tag:blogger.com,1999:blog-55579777494052588202024-03-05T12:57:50.620+03:00Yüksel Ünalbir sürekli kaşınmadır yaşadığım, törelere ve alışkanlığa karşı
(Turgut Uyar)Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.comBlogger10125tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-81747752063356628532011-10-02T21:49:00.000+03:002011-10-02T22:06:09.011+03:00dedim...demedim..Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-7667129407021090342011-05-08T11:01:00.000+03:002011-05-08T11:01:27.259+03:00o sabahbu sabah yine o kahvaltı salonuna uğradım. peynir domatesli ve illâ boyozlu bir izmir sabahı işte... canını albızlar alası televizyon yine açık ve hep beraber, sınıflarına hidayet türkoğlu misafir gelmiş ortaokul öğrencileri gibi, başımız yukarıda, haberlere bakıyoruz. evet bakıyoruz..elbette güne bakanlar gibi değil... neyse...<br />
<br />
fox tv' de bir haber.<br />
<br />
"babanın ihmali yüzünden bir çocuk, ikiz kardeşini vurdu babasının silahıyla."<br />
<br />
kafamda bir hayal.<br />
<br />
"bu haberi alan halk, yeryüzünden bütün silahları kaldırdı ve o tarihten sonra kimse kimseyi silahla vurmadı. ikiz kardeşlerin heykelleri, tüm dünyada silahsızlanmanın bir sembolü olarak yerini aldı."<br />
<br />
Peeeh..."çay alayım canım, şekersiz.." devam ediyor haberler, canını albızlar alası televizyonda..<br />
<br />
"kadın cinayetleri durmak bilmiyor"...<br />
<br />
bu ne diyorum, fok katliamı gibi.. kadın cinayeti de nedir? yabancılaşıvermişim birden. bitki çayı çeşidi gibi cinayet mi olur...<br />
<br />
cinayetin kadını, erkeği, fidanı, bebeği, yaşlısı, cenini olur mu?..<br />
<br />
"işteee bir kadın cinayeti daha; boşandığı karısını öldürdü, tutuklandı ve 'pişmanım' dedi"<br />
<br />
önümde 3 kişi oturuyor.<br />
<br />
(üç yazmayı biliyorum ama saygımı yitiriyorum ben bazen böyle zamanlarda. evet bazıları üç kişidir, bazıları 3 kişidir çünkü. bir insanın gözüne günlerce bakabilirim ama bazen bir kalabalığın düzinesine tahammül edemiyorum. kalabalık sevme yaşımı geçtim mi nedir?)<br />
<br />
evet önümde 3 kişi oturuyor. diyor ki 3'ün 1'i;<br />
<br />
"ulen ne güzel boşanmışın gurtulmuşun.. daha ne öldürüyon garıyı?"<br />
<br />
diyor ki 3'ün diğer 1'i;<br />
"ben daha hiç vurmadım benimkine"<br />
<br />
bunları dinlerken çay içmek bana utanç veriyor. hemen kalkıyorum.<br />
<br />
3,5 lira hesap.. üçbuçuk atıyorum .. kaçıyorum... meşrulaşanın ne olduğunu düşündükçe çaydan maydan soğuyorum..<br />
<br />
bir şey yapmalı...<br />
<br />
işte facebook (blog da olurmuş) burada yardımıma koşuyor...yazıyorum ve dünyanın bütün sorunlarını çözüyorum işte...<br />
<br />
artık ben de normal 1 kişiyim ... gelsin çaylar..<br />
<br />
(nisan 2011)Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-12296208899385820972011-01-13T16:26:00.000+02:002011-01-13T16:26:32.570+02:00ver elini...Artık bu aşk adam olmaz<br />
İster sakla ister at<br />
Okula boşuna gitmişim demek<br />
Bir derste öğretti hayat<br />
<br />
Ver elini güzelim gidelim buralardan<br />
Gidelim başka denizlere<br />
Ver elini güzelim gidelim buralardan<br />
Gidelim yalansız bir yere<br />
<br />
Ben bu dersten çaktım hocam<br />
Defterinden beni sil<br />
Tenefüste baktım hocam<br />
Benim dünyam bu değil.<br />
<br />
<span style="font-size: x-small;"><em>Nadir Göktürk</em></span>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-63911510958248804172011-01-11T14:51:00.000+02:002011-01-11T14:51:47.598+02:00yarda nem kaldıTerkedeyim seni hey kaşı keman<br />
Vefası olmayan yarda nem kaldı<br />
Hiç mi yok sevdiğim göğsünde iman<br />
Beni mecnun eden yarda nem kaldı<br />
<br />
Felek benden beter etsin halin<br />
Ben ölürsem yadlar sarsın belin<br />
Garip bülbül güle versin meylin<br />
Figanım artıran yarda nem kaldı<br />
<br />
Akar gözüm yaşı bir dem silinmez<br />
Ko başım sağ olsun yar mı bulunmaz<br />
O yarin yanında kadrim bilinmez<br />
Kadrimi bilmeyen yarda nem kaldı<br />
<br />
Karac'oğlan der ki severim candan<br />
Can esirgemezdim cananım senden<br />
İşittim sevdiğim vazgelmiş benden<br />
Giderim gurbete daha nem kaldı <br />
<br />
<em><span style="color: #444444; font-size: x-small;">Karacaoğlan</span></em>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-56035093910194994662011-01-11T12:49:00.000+02:002011-01-11T12:49:36.082+02:00masumiyetin kayboluşubi “sahibi geliyor” bi de “tapusunu göster”… ne kadar çok duyduk bu iki sözü çocukluğumuz boyunca. dar gelirli ailelerin çocukları olarak o yaşlarda ne çok “mülk” kavramıyla ilgilenmişiz. ben kendi adıma konuşayım şimdiye kadar tapusunu gösteren bir çocuk görmedim ama sahibinin geldiğini çok gördüm. son gördüğümde bi ağaçtan kafa üstü düşmüştüm. düşer düşmez kalktım ve yalpalayarak koştum zira sahibi durmuyor, geliyordu. koşarken beraber koştuğum arkadaşlarımdan biri “oğlum ne biçim koşuyorsun” dedi. güç bela dudaklarımdan “zigzag yaparak koşun yakalanma olasılığınız asgariye düşer” cümlesi döküldü. dışarıda dayak yediğinizde ya da şiddetli düştüğünüzde hemen büyülenmiş gibi hızlı hızlı eve gidiyor insan.<br />
<br />
hedefe kitlenmiş vaziyette, yolda görülen hiç bişeyle ilgilenmeden, kimseyle konuşmadan seri adımlarla eve gidiyor. “gideyim de barınayım, zira dış dünya gerçekten çok olmaya başladı artık'' diyor vücut o esnada herhalde. ben de öyle yaptım eve gittim. şimdi bile bi kaza geçirsem ya da güzel bi dayak yesem, hiç polisle uğraşmam hemen hızlı adımlarla eve giderim.uzun uzun halıya bakarak, sessiz bi şekilde kanepede oturdum. herhangi bi kanamam yoktu, sadece kafam çok zonkluyordu ve ağrıyordu. korktuğum için evdekilere de hiç bişey söyleyemedim.<br />
<br />
nitekim ölmedim. ama bu olaydan sonra yüksek bi yerden düşme korkusu başladı, “yükseklik korkusu demek istiyorsun galiba” diye düşünen okurlara bin selam olsun. yükseklik korkusu değil, düşme korkusu. zira güvensiz olduğunu hissettiğim yerlerde başlıyor bu korku, ben ve ya biri düşecek diye aklım çıkıyor. bîr terasta ya da balkonda biri parmaklıklara yaklaştığı anda olduğum yere çömüyorum. bi tür savunma mekanizması bu. çömüp, bu yaptığının çok tehlikeli bişey olduğunu anlattıktan sonra buraya güvenli bölgeye gelmesi için çağırıyorum. hatta istiyorum ki o kişi de çömsün yanıma, inşallah yeni tanışacağım güzel kızların olduğu bi teras partisine çağrılmadan bitiririm şu güzel ömrümü.<br />
<br />
penguen dergisinde ilk yılımdı ve bursa’ya imza gününe gitmiştik. imzadan sonra dergi olarak uludağ’a çıkmıştık. kimse kaymayı bilmediği halde snowboardlar kiraladık ve kayak pistine çıkmak için iki kişilik kayak teleferiklerine binme amacıyla sıraya girdik. sıra ersin’le bana geldiğinde yan yana gelip, ayakta domalarak bacaklarımıza değip bizi kaldıracak, piste götürecek ilkel aleti bekledik. domalarak bekledik bekledik gelmedi. çok domaldık ama çok… gelmedi. başımızı çevirip baktığımızda aletin tahmin ettiğimiz üzre durduğunu fark ettik. tam “nasıl olsa durdu, gelmiyo” diye düşünüp vücudumuzu normal pozisyona getirdiğimiz anda teleferik hızla gelip bizi aldı. işte yükseliyorduk. “iyi bu seviye bu yükseklikten gidelim işte yavaş yavaş” dedikçe yükseldi alet. uzun suskunluk ve ardı sıra titremeyle g.tümüzde bi çubukla yükseliyorduk genç çizerler olarak. ikimiz de korktukça birbirimize korkmaması için telkinde bulunuyor, ama bi yandan da sarılmayı da ihmal etmiyorduk. 0 korkuyla birbirimizin baldırını belini sıka sıka mosmor etmişiz. baktım olacak gibi değil ersin’e “atlayalım lan artık, ne olacaksa olsun yaşanmaz bu korkuyla” dedim, “oğlum manyak mısın düşmeyiz lan, ölürüz atlarsak” dedi. i ölelim lan! nasıl bi çile bu. el ele tutuşup atlayalım. tut elimi. daha fazla uzamasın, çok korkuyorum” dedim, tuttu ama ” atlamayalım” dedi. biz el ele tartışırken, piste geldik. piste el ele gelmemiz biraz yadırgandı ama emniyet çubuğunu görmeyip takmayarak önü açık olarak gelmemiz kadar değil… iyi ki ersin’i dinlemişim.<br />
<br />
bu olaydan yıllar sonra kendisini yine dinleyerek uykusuz’u kurmak için penguen‘den ayrıldık. gergin günlerdi, dergi yapabilir miyiz yapamaz mıyız bilmiyorduk. hem yeni bi dergi kurmayı planladığımızı söyleyip görüş almak hem de gündem karikatürlerinde bize yardım etmesini istemek için erdal abiyle ortaköy’de kapalı bi terasta bulunan bir bilardo salonunda buluşmuştum. salon çok yüksekteydi ve devasa camları vardı. cam kenarında oturup konuşuyorduk. birden yine o teleferikteki his geldi. ciddi bişey konuştuğumuz için panik yapmamam lazımdı. çaktırmadan acık olan camı kapadım. yaz olduğu için garson gelip tekrar açtı. bu durum bi kaç defa benim kapamam ve garsonun açması ile tekrarlandı. en sonunda erdal abi “oğlum ne yapıyosun, essin lan” diyince vazgeçtim kapamaktan. içimdeki atlama hissi durmak bilmiyordu. bi türlü muhabbete konsantre olamıyordum. pencere vücudumu çekiyordu. ama atlamamalıydım, “yeni bi dergi kurucaz abi, çok güzel olacağına inanıyoruz, bize yardım eder misin yol gösterir misin” diyip pencereden atlayan bir insan olarak anılmak istemiyordum. atlamamak için pencerenin aksi yönüne doğru kaykıldım, his geldikçe kaykıldım. erdal abi en sonunda dayanamadı “oğlum ne yapıyorsun. bi götün rahat dursun laf anlatıyoruz surda dedi. artık ne olacaksa olsun diyip durumu anlattım ” abi ben çok atlamak istiyorum pencereden” dedim. hemen bize yardım etmeyi kabul etti, dergi için espri yollarım size dedi ve çıktık bilardo salonundan. o günden beri hiç görüşmüyoruz, sadece telefonda konuşuyoruz erdal abiyle.<br />
<br />
korkmak öyle bişey ki korku hissi, çoğu zaman korktuğunuz şeyden daha önemli oluyor. korktuğunuz şeyi, korku hissini yaşamaya tercih edebilecek kadar korkmak herhalde dünyanın en büyük cezası olsa gerek. korkak adamın durumu da çok acıklı… hem korkması hem de korktuğunu kimseye belli etmemesi lazım. zira belli ettiğiniz anda insanlar sizi daha da korkutmak için halden hale girecektir. “yaklaşma” dedikçe balkon kenarına daha da yaklaşan, düşermiş gibi yapan sonunda da çöme çöme yaklaşıp çömelik halde tekme atarak “lan oğlum yapma dedikçe yapıyorsun, ne halden anlamaz adamsın sen, gel bu tarafa” diye dövdüğüm çok arkadaş bilirim. nedense korkuyu kullanmayı çok seviyor insanlar, “evet umut resmen korku cumhuriyeti olduk” dîye içinden geçiren duyarlı okurlarımıza, o coşkulu, durunamaz yüreklere yüz bin selam olsun. hayır, toplumsal’a bağlamıycam konuyu, çömmekten bahsediyorum burada. çömen bir insan olarak toplumu nasıl şekillendirmeye çalışabilirim söyler misiniz, çömdüğüm yerden insanlara nasıl “korkularınızla yüzlesin” diye öğütler verebilirim. ben de çok korkuyorum oğlum, korkuyu yenmek hakkında hiç bişey bilmiyorum.<br />
<br />
ya o değilde ben galiba konuyu bağlayamadım. bütün bi hafta evde oturup çok acaip ses getirecek bi yazı yazmayı planlamıştım hâlbuki. toplumu gerçekten sarsarım diye düşünüp ” evet umut artık temellere döşediğin dinamite kibriti çakmanın zamanı geldi” diye kendimi gaza getirip durmuştum. hatta bi takım konu başlıkları çıkarmıştım. mizahi dilimi kullanarak, ince hicivlerle beslediğim betimlemelerle geliştirerek bu konuları birbirine bağlayacaktım. şu anda bağlamam gereken konuları yazdığım kâğıt önümde. “korku”, “yükseklik korkusu”, “mülk edinimi”, “sahip olma duygusu”, “masumiyetin kayboluşu” yazmışım, altlarına da “bi şekilde birbirine bağla” yazmışım. ne yapmışım ben böyle allahaşkına. yaşlılık böyle bişey galiba… bi şekilde yaptığınız işi anlamlandırmak istiyorsunuz, zekâ gösterisi yapmaya, birilerine akıl vermeye çalışıyorsun. tamam, kabul ediyorum uygar bir toplum için böyle yazılar yazılması gerekli ama ben ne yaptım bütün bi hafta böyle ya. konu başlıkları hakkında az bilgiye sahip olduğum yetmiyormuş gibi bi de üşenip altlarına ” bi şekilde birleştir” yazmak nasıl bir aymazlıktır böyle, çömeldiğimle, domaldığımla kaldım işte. çömelme ve domalma üzerine saatlerce konuşmak isterken peki neden kendimi daha ciddi konular konusunda ahkâm kesmeye zorladım bi hafta. bakın ben artık kendini bilmez bi yola girdim, ben bilmeyebilirim, fark etmeyebilirim eğer bu köşeden size doğruyu, olması gerekeni anlatmaya başlarsam bir sabredin, iki sabredin ses çıkarmayın. baktınız artık iyice kaybettim kendimi yazı başlıkları ile yazının final cümleleri aynı olmaya başladı. bi salı evden çıkıp dergiye gelin, ben klavye başında o haftaki yazımı yazarken sessizce arkamdan yaklaşıp belime odunla vurun. “kendine gel umut” diyin. samimi söylüyorum yapın bunu.<br />
<br />
Umut Sarıkaya | <em><span style="font-size: x-small;">uykusuz - 71. sayı</span></em>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-48857909069712543472011-01-07T23:06:00.000+02:002011-01-07T23:06:49.309+02:00satılık pazartesi...<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjt-tnOstshSQklNPEpYrNUaAh1TzDAlHFqjNjbkz8T4L4oEjvYDZauh9dVzYidZoXJP7koKOScZq7GpO52TYNhh4b1eCoxPUH3mXi1s-D5fAR10iriqSZSDhSpINzcWfONHvHUCkKn90rN/s1600/pazart.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" n4="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjt-tnOstshSQklNPEpYrNUaAh1TzDAlHFqjNjbkz8T4L4oEjvYDZauh9dVzYidZoXJP7koKOScZq7GpO52TYNhh4b1eCoxPUH3mXi1s-D5fAR10iriqSZSDhSpINzcWfONHvHUCkKn90rN/s1600/pazart.jpg" /></a></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
<br />
<br />
<br />
siyah beyaz </div>bir bulvar gürültüsüne uyandım<br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">sadık bey oteli</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">24 kasım</div><br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><em>(günün aydın olsun </em></div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><em>abla yüzlü izmir kumrusu)</em></div><br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> uyandım</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> satılık bir pazartesi</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">homurdanarak geçti otobüs</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">ter kokulu bir koridor yürüdü </div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">asık yüzlü ve körüklü</div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">bir şeyler söylüyor yaşlı adam </div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> yanındakine </div> elleri yetişemiyor dediklerine<br />
<br />
böyle süeterli müeterli <br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"> böyle kasket falan</div>nasıl da yabancılaşıyor <br />
asfalt ayaklarında<br />
bunlar ne ürkek pabuçlar<br />
çamurunu inatla taşıyan<br />
<div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;"><br />
</div>kuşlar<br />
aceleci oyunlarında<br />
tek tanrılı bir atmosferin<br />
neyi saklarlar böyle<br />
böyle telaşlı ... <br />
böyle derin...<br />
<br />
uyandım<br />
satılık bir pazartesi<br />
<br />
herşey <br />
bir bulvar oluyor <br />
adım adım <br />
<br />
sadık bey otelinde<br />
ıslanmış bir sabah<br />
<br />
uyandım <br />
24 kasım <br />
<br />
<span style="color: #999999; font-size: x-small;">Yüksel ÜNAL | kasım-2007</span>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-76558365601599921672011-01-07T13:18:00.000+02:002011-01-07T13:18:57.158+02:00ben ne güzel işerim güneşe karşı<br />
arkamda medrese duvarı önümde çarşı<br />
<br />
bir sürekli kaşınmadır yaşadığım<br />
törelere ve alışkanlığa karşı<br />
<br />
geldim gittim geldim bir şey bulamadım<br />
üzüldüğüme ve yorulduğuma karşı<br />
<br />
ah aklıma her şey gelir, her şey gelir<br />
doğan güne karşı batan güne karşı<br />
<br />
sözde kirlettiğimiz bütün her şey duruyor<br />
bak ne diyorum sana, ele güne karşı<br />
<br />
biz duralım bir sürekliyiz duralım<br />
durukluğa, tüberkiloza ve uranyuma karşı<br />
<br />
durduk, ateş besledi, kuşları sürekledi<br />
arkamız medrese duvarı önümüz çarşı<br />
<br />
güneşe güneşe karşı<br />
<br />
<span style="font-size: x-small;">(Turgut Uyar)</span>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-85618299467264378412011-01-07T00:35:00.002+02:002011-01-08T00:04:56.321+02:00sayıklamalar...<span style="font-family: inherit;">O hep mutlu, hep umutlu, gerektiği kadar ağlayan, yerli yersiz değil, yeri gelince sinirlenen ama yerli yersiz her şeye gülen sevimli hâlinizi, sakın en son çıktığınız elma ağacında unutmuş olmayasınız? Yoksa kapı komşunuz Şükriye Teyze, mahallenin bütün çocuklarına salçalı ekmekler dağıtırken, yoldan geçen seyyar satıcı mı çaldı onu? Çok mu eskidi gülümsediğiniz takvim arkası fıkraları? Yoksa acıklı mı gelmeye başladı artık o çok güldüğünüz çocukluk hatıraları?</span><br />
<br />
Küçüktüm<br />
Küçücüktüm<br />
Oltayı attım denize<br />
Bir üşüşüverdi balıklar<br />
Denizi gördüm…<br />
<br />
O güzelim havalarda, yağmur sonrası toprak kokan doğal coğrafyalarda terleyen çocukluğumuzun, özlemini mi taşımak zor, yoksa beton sınırlar içinde, gözü açık körebe oynayan çocuklarımızın, daha elleri bile kirlenmeden daha ayağı çamura bile değmeden büyüdüğüne tanık olmak mı? <br />
<br />
Artık hayat, bilgisayardan kurtulamayan çocuklarımız için bir “tık” ötedeyken, biz hayat için bir atık mı olmaya başladık ne?<br />
<br />
Bu satırları okurken, belki de içinize bir hüzün geldi ve çoktan koltuğuna kuruldu… Peki, ben niye bir tebessüm halindeyim acaba? Almanya’dan dayımın getirdiği en süper oyuncağı ya da Kıvırcık İsmail’ den üttüğüm büyük misketi cebimde sakladığım için mi? Neden acaba?...<br />
<br />
Macera sevgisi ve ihtiyacı yaşamımızdaki baskın unsurlardan biridir aslında. Birçok icadın, teknolojik gelişmenin, hatta uzaya gitmeyi başaran insanın, zaferinin altında bir macera tutkusu yatmıyor.<br />
<br />
Bir de işin “gerçeği” var tabi… Düşünün, şimdi uzay mekiğine binip aya gitmeye kalksanız, acaba annemiz “yavaş sür oğlum, varınca ara mutlaka” demez mi… Ya da sevgili eşimiz “yoğurt al gelirken” dese, içinizdeki maceracı ruh kendini birden teslim etmez mi “adam sen de” li bir uyuşukluğa?<br />
<br />
İyisi mi biz macerayı daha yakınlarda arayalım ve çocukluk günlerimizden kalan heyecanları fazla yormayalım… <br />
<br />
Yürüyelim... saatlerce... nereye olduğunu düşünmeden... bazen.. uzuuun uzun yürüyelim...<br />
<br />
<em>Her gün bir yerden göçmek ne iyi</em><br />
<em>Her gün bir yere konmak ne güzel</em><br />
<em>Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş</em><br />
<em>Dünle beraber gitti cancağızım</em><br />
<em>Ne kadar söz varsa düne ait</em><br />
<em>Şimdi yeni şeyler söylemek lazım !</em>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-84549426791600211732010-12-30T06:47:00.001+02:002011-01-07T13:37:35.938+02:00memleketimden insan manzaralari' ndan...Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim, <br />
Atlantiğin dibinde <br />
dirseğime dayanmış. <br />
Bakıyorum yukarıya: <br />
bir denizaltı gemisi görüyorum, <br />
yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde, <br />
yüzüyor elli metre derinde, <br />
balık gibi, efendim, <br />
zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum. <br />
Orası camgöbeği aydınlık. <br />
Orda, efendim, <br />
orda yeşil, yeşil, <br />
orda ışıl ışıl, <br />
orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum. <br />
Orda, ey demir çarıklı ruhum, <br />
orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum, <br />
orda dünyamızın ilk kımıldanan eti, <br />
orda bir hamam tasının mahrem şehveti, <br />
mahrem şehveti efendim, <br />
gümüş kuşlu bir hamam tasının <br />
ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları. <br />
Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları <br />
kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının, <br />
orda hayat, tuz, iyot, <br />
orda başlangıcımız, Hacıbaba, <br />
orda başlangıcımız <br />
ve orda hain, çelik ve sinsi <br />
bir denizaltı gemisi. <br />
400 metroya kadar sızıyor ışık. <br />
Sonra alabildiğine derin <br />
alabildiğine derin karanlık. <br />
Yanlız ara sıra <br />
acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde <br />
ışık saçarak. <br />
Sonra onlar da yok. <br />
Artık dibe kadar inen <br />
kat kat kalın sular kati ve mutlak <br />
ve en dipte ben. <br />
Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba, <br />
upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin <br />
dirseğime dayanmış, <br />
bakıyorum yukarlara. <br />
Avrupa Amerika' dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır <br />
dibinde değil. <br />
Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra. <br />
Omurgalarının altını görüyorum, <br />
omurgalarının altını. <br />
Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri. <br />
Dümenleri ne tuhaf suyun içinde <br />
İnsanın tutup tutup kıvırası geliyor. <br />
Köpekbalıkları geçti gemilerin altından, <br />
karınlarını gördüm <br />
ağızları da orda. <br />
Gemiler şaşırdılar birdenbire, <br />
herhalde köpekbalıklarından değil. <br />
Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim <br />
bir torpil. <br />
Gemilerin dümenlerine baktım: <br />
telaşlı ve korkaktılar. <br />
Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı, <br />
gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini <br />
karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı. <br />
Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz. <br />
Gazgemileri düşmana ateş açarak <br />
insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak <br />
batmaya başladılar. <br />
Mazot, gaz, benzin, <br />
tutuştu yüzü denizin. <br />
Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan, <br />
yağlı ve yapışkan <br />
bir alev deryası efendim. <br />
Kıpkızıl, gömgök, kapkara, <br />
arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara. <br />
Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak. <br />
Köpürüp, dağılıp parçalanmalar. <br />
Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak. <br />
Gece uykuda gezenler gibi bir hali var: <br />
lunatik. <br />
Geçti kargaşalığı, <br />
girdi deniz dünyasının cennetine. <br />
Fakat durmadan iniyor. <br />
Kayboldu ıslak karanlıkta. <br />
Artık baskıya dayanamaz, parçalanır. <br />
ve direği, efendim, bacası yahut <br />
nerdeyse yanıma düşer. <br />
Yukarda insanla dolu denizin içi. <br />
Bir tortu gibi dibe çöküyorlar <br />
tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba. <br />
Baş aşağı, baş yukarı, <br />
uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları. <br />
Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan <br />
onlarda iniyorlar dibe doğru. <br />
Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma. <br />
Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası <br />
ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi. <br />
39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce <br />
Münihli Hans Müller <br />
Hitler hücum kıtası altıncı tabur <br />
birinci bölük <br />
dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi. <br />
Münihli Hans Müller <br />
üç şey severdi: <br />
1-Altın köpüklü arpa suyu <br />
2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna. <br />
3-Kırmızı lahana. <br />
Münihli Hans Müller için <br />
vazife üçtü: <br />
1-Çakan bir şimşek <br />
gibi mafevke selam vermek. <br />
2-Yemin etmek tabancanın üzerine. <br />
3-Günde asgari üç çıfıt çevirip <br />
sövmek silsilelerine. <br />
Münihli Hans Müller'in <br />
kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı: <br />
1-Der Führer. <br />
2-Der Führer. <br />
3.Der Führer. <br />
Münihli Hans Müller <br />
sevgisi, vazifesi ve korkusuyla <br />
39 ilkbaharına kadar <br />
bahtiyar <br />
yaşıyordu. <br />
Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli <br />
Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli <br />
Anna'nın <br />
tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine <br />
şaşıyordu. <br />
Diyordu ki ona: <br />
-Bir düşün Anna, <br />
yepyeni bir manevra kayışı takacağım, <br />
pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben. <br />
Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin, <br />
balmumundan çiçekler takacaksın başına. <br />
Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz. <br />
Ve mutlak <br />
hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak. <br />
Bir düşün Anna, <br />
tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye <br />
top, tüfek yapmazsak eğer <br />
yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder? <br />
Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler <br />
çünkü doğamadılar, <br />
çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce <br />
bizzat harbe girdi Hans Müller. <br />
Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında <br />
dibinde Atlantiğin <br />
benim karşımda durmaktadır. <br />
Seyrek sarı saçları ıslak, <br />
kırmızı sivri burnunda esef, <br />
ve ince dudaklarının kıyılarında keder. <br />
Yanı başımda durduğu halde <br />
yüzüme çok uzaklardan bakıyor, <br />
İnsanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler. <br />
Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yı, <br />
ve artık bir daha arpa suyu içip <br />
yiyemeyecek kırmızı lahanayı. <br />
Ben bütün bunları biliyorum, efendim, <br />
ama o bütün bunları bilmiyor. <br />
Gözü bir parça yaşlı, <br />
silmiyor. <br />
Cebinde parası var, <br />
çoğalıp eksilmiyor. <br />
Ve işin tuhafı <br />
artık ne kimseyi öldürebilir <br />
ne de kendisi ölebilir bir daha. <br />
Şimdi şişecek birazdan, <br />
yükselecek yukarıya, <br />
sular sallayacak onu <br />
ve balıklar yiyecek sivri burnunu.Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5557977749405258820.post-36484426239691763722010-12-18T10:49:00.000+02:002010-12-18T10:56:13.789+02:00facebook hesabımı kapattım...<div align="justify"><span style="font-family:verdana;font-size:85%;"><em><span style="color:#cccccc;">(biraz sert bir yazı oldu ama inanın kendime olan öfkemdendir. Burada eleştirdiğim, hedef aldığım ve hedef gösterdiğim kişi ve kişiler benden başkası değildir. Lütfen kimse alınmasın…)</span></em><br /><br />Sevgili arkadaşlarım, tanıdıklarım, arada dokunduklarım ve yüzünü bile görmediklerim… Sizinle uzun zamandır Facebook denilen bu tuhaf hapishanenin bazen avlusunda bazen hücrelerinde, selamlaştık, gülüştük dertleştik… Bundan bir kaç gün öncesine kadar çok işe yaradığını bile düşündüm bu Facebook yalanının… </span><br /><span style="font-family:verdana;font-size:85%;"><br />Öyle ya, 20 yaşımdan beri görmediğim bir arkadaşımı gördüm mesela… Selamlaştık… İyiymiş, evlenmiş, çocuğu olmuş... sonra… sonrası yok işte, o kadar. Şimdi uzun yol otobüsündeki yabancılar gibiyiz. Bir otogar kalabalığı bu… Yolculuk aynı yere ama geldiğimiz yerler başka başka… Sohbetimizin tadı yok. Hatta sohbet yok. Yollarımız çoktan ayrılmış.. Otobüs aynı yere gitse ne olacak ki? </span></div><span style="font-family:verdana;font-size:85%;"><div align="justify"><br />Keşke Facebook’ ta değil de, yolda görseydim diyorum o eski sevgiliyi, arkadaşı, akrabayı…. Yürek bu, zaten istediğini saklıyor istemediğini siliyor… kimbilir kaç kız sevdim mesela… kaç tane arkadaşım oldu okulda, kavgada ve kahvede… ama kaç tanesi aklımda… Şimdi önüme yemeyeceğim yemeği her gün koyar gibiyim… hem de ne kadar çok… Şair demiş ya hani “<em>doyurmak ne zormuş içimizdeki hayvanı</em>” …<br /></div><div align="justify"><strong>Sahip olmak, köle olmaktır.</strong> </div><div align="justify"><br />Bunu anladım. Her gün beni emrine amade eden bu bilgisayarın sahibi sanıyorum kendimi örneğin…</div><div align="justify"></div><div align="justify"><strong>Saçma!!!</strong> </div><div align="justify"><br />Neşesi kesilmesin diye “internetten” aylık ADSL ücretini ödemek, virüs kapmasın, hasta olmasın diye taramalardan geçirmek, “mesaj” gelmiş mi, “tag”lamişler mi, “beğen” mişler mi, falanca ne demiş acaba diye peşinde sürüklenmek, uykusuz kalmak… bu sahip olmak mıdır?... yoksa bir hastalık mı… bu mu özgürlük.. artık hayat LCD ve tanrı Philips mi yoksa? </div><div align="justify"><br />Bunu sorgulamaya başladığımdan beri sigara gibi görmeye başladım Facebook’ u ve buna benzer şeyleri… Aslında sahip olduğumuz her şey bir bakıma bizi köle yapmıyor mu kendine? Arabanız olmasaydı ne benzin ne vergi ne de sigorta gibi bir derdiniz olur muydu? İhtiyaç demeyin ne olur… İhtiyaç eldir, ayaktır, gözdür… Hoş, onlar olmadan bile yaşar insan… Cep telefonumuz çaldığı zaman nasıl da koşuyoruz “sahibimiz sesleniyormuş” gibi.. haksız mıyım…<br /></div><div align="justify">ama neylersin, bugün hayat böyle .. öyle değil mi.. <strong>DEĞİL!!! </strong></div><strong><div align="justify"><br /></strong>Ben en azından kendi adıma elimden geleni yapmaya karar verdim. Facebook hesabımı kapatıyorum arkadaşlar. Teknolojiden elbette tamamen kopamam. Ama onu hizmetime sokmanın zamanı geldi.. yeter… </div><div align="justify"><br />Araba almadan önce ehliyet alırız, bilgisayar alınca da bir kursa ihtiyaç vardır… Askere gidip adam vurmak için koşullar varken, tabanca bile ruhsatla satılıyorken, bir çocuğu dünyaya getirmek için sadece pipi ve kuku yeterli, farkında mısınız? gerisi Allah kerim… gerisini internetten hallederiz… ha dizi mi başladı, çocuk otursun bilgisayarın başına biz kurulalım televizyon karşısına olsun bitsin. Çocuk kendi halinde büyüsün. Kendine ait bir odası olsun aman rahatsız etmesin bizi. Hatta taksitle bir televizyon alalım şuna da iyice kurtulalım.. Uykuya yakın bakışırız azıcık kavga ederiz, taksitler ne oldu, kira falan.. gerisi tamam.. kızdın mı sevdiğine, Face yanında… yaz “ne düşünüyorsun” kısmına “bazı insanlar hed dedeöödöd” diye olsun bitsin… sen büyüksün… süpersin sen… yanında kedi kesseler kaçarsın ama “iddia ediyorum kedileri seven bir milyon kişi” bulursun Facebook’ ta.. elin değmişken bir de Hz Muhammet sevenleri patlatalım araya… bir de Mustafa kemal .. </div><div align="justify"><br />Sonra merak et bakalım domates hangi mevsimde çıkıyor diye… ya da ne merak edeceksin canım.. kullanma hiç aklını falan… bakıverirsin google amcandan.. her şeyi bilir o… senin nasıl dünyaya geldiğini de bilir… böyle devam ederse, dünyadan nasıl gittiğini de bilecek… </div><div align="justify"><br />ama bak, dışarıda hâlâ senin dokunmanı bekleyen kediler, ağaçlar ve insanlar var… kitaplar var okumanı bekleyen… sudan ucuz biletlerle yapılacak bir – iki saatlik tren yolculuklarının sonunda tertemiz bir hatıra seni bekliyor bak… </div><div align="justify"><br />Bu Cuma günü, Facebook ile son cima günümdür… </div><div align="justify"><br />darısı başınıza,<br />HOŞÇAKALIN!... </div><div align="justify"><br /><em>(cima kelimesinin anlamına bakmak için babanızın aldığı ortaokuldan ya da lise den kalma sözlüğe bakma zahmetlerine girmeyin ne olur… Tozludur şimdi o ve leş gibi kokuyordur… mis gibi bir kitap leşi kokusu... hadi boşverin kitabı falan.. açıverin google amcayı.. sorun söylesin…)</em> </span></div>Yüksel Ünalhttp://www.blogger.com/profile/05782750107945425327noreply@blogger.com0